“Yoksullaştıran büyüme” kavramı, ekonomik büyümenin paradoksal bir şekilde yoksulluğu artırdığı durumları ifade eder. Bu terim, Hintli ekonomist Jagdish Bhagwati tarafından 1958 yılında “Immiserizing Growth: A Geometrical Note” başlıklı makalesinde tanıtılmıştır.

Kavramın Tanımı ve İşleyişi

Yoksullaştıran büyüme, bir ülkenin ekonomik büyüme sürecinde üretim ve ihracatını artırırken, aynı zamanda uluslararası piyasalarda karşılaştığı olumsuz fiyat hareketleri nedeniyle refah seviyesinin düşmesi durumunu açıklar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, belirli bir malın üretimindeki artış, dünya piyasasında o malın fiyatının düşmesine yol açabilir. Bu fiyat düşüşü, ülkenin toplam gelirini azaltarak, ekonomik büyümeye rağmen halkın refah seviyesinin gerilemesine neden olabilir.
Amacı ve Sonuçları
Bu kavram, ekonomik büyümenin her zaman refah artışıyla sonuçlanmayabileceğini göstermeyi amaçlar. Özellikle ihracata dayalı büyüme stratejileri izleyen ülkelerde, dış piyasalardaki talep ve fiyat dalgalanmaları dikkate alınmadığında, büyüme politikaları beklenenin aksine yoksulluğu artırabilir. Dolayısıyla, yoksullaştıran büyüme olgusunu anlamak, sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik politikaların geliştirilmesi için kritik öneme sahiptir.
Kavramın İlk Kullanımı
Jagdish Bhagwati, 1958 yılında yayımladığı “Immiserizing Growth: A Geometrical Note” adlı makalesinde bu kavramı ilk kez kullanmıştır. Bhagwati, makalesinde, bir ülkenin ticaret hadlerindeki (terms of trade) bozulmanın, ekonomik büyüme ile birleştiğinde nasıl refah kaybına yol açabileceğini geometrik analizlerle açıklamıştır.
Sonuç
Yoksullaştıran büyüme kavramı, ekonomik büyümenin her koşulda refah artışı sağlamayabileceğini vurgulayarak, politika yapıcıları ve ekonomistleri büyüme stratejilerini daha dikkatli ve kapsamlı bir şekilde değerlendirmeye teşvik eder. Bu bağlamda, ekonomik büyümenin yanı sıra gelir dağılımı, dış ticaret dengesi ve sosyal politikaların da göz önünde bulundurulması gerektiğini ortaya koyar.
Yoksullaştırma Politikası: Halkı Bilinçli Olarak Yoksul Bırakma Stratejileri mi?
İktidarların, halk üzerinde kontrol ve tahakküm sağlamak amacıyla bilinçli olarak yoksullaştırma politikaları uyguladığı iddiası, siyaset bilimi ve sosyoloji alanlarında tartışılan bir konudur. Bu tür politikaların temel amacı, ekonomik bağımlılığı artırarak, bireylerin devletin sunduğu sınırlı kaynaklara muhtaç hale gelmesini sağlamak ve böylece siyasi otoritenin meşruiyetini pekiştirmektir.
Yoksullaştırma Politikalarının Amaçları ve Araçları
- Ekonomik Bağımlılık Yaratma: Halkın geniş kesimlerini düşük gelirli işlerde istihdam ederek veya asgari ücret seviyesinde tutarak, bireylerin ekonomik bağımsızlık kazanmalarını engellemek.
- Sosyal Yardımlara Bağımlılık: Sosyal yardım programlarını genişleterek, vatandaşların devlet desteğine olan ihtiyacını artırmak ve böylece devletin kontrolünü güçlendirmek.
- Eğitim ve Bilgiye Erişimi Sınırlama: Eğitim sistemini zayıflatarak veya bilgiye erişimi kısıtlayarak, bireylerin eleştirel düşünme yetilerini azaltmak ve mevcut düzeni sorgulamalarını engellemek.
- Sendikal ve Sivil Toplum Faaliyetlerini Baskılama: İşçi sendikaları ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini kısıtlayarak, kolektif direniş ve hak arama mekanizmalarını zayıflatmak.
Teorik Çerçeve ve Kavramsal Tartışmalar
Bu tür politikaların teorik temelleri, Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı ve Michel Foucault’nun “biyo-iktidar” ve “disiplinci iktidar” kavramlarıyla ilişkilendirilebilir. Gramsci, egemen sınıfın ideolojik araçlarla rıza üreterek toplumu kontrol ettiğini öne sürerken, Foucault, modern devletlerin biyopolitik yöntemlerle nüfusu denetlediğini belirtir.
Tarihsel ve Güncel Örnekler
Tarih boyunca farklı rejimlerin, halkı ekonomik olarak bağımlı kılarak siyasi kontrolü sürdürme çabaları gözlemlenmiştir. Örneğin, bazı otoriter rejimlerde devletin ekonomideki ağırlığı artırılarak, bireylerin geçim kaynakları doğrudan iktidarın kontrolü altına alınmıştır. Günümüzde de benzer stratejilerin uygulandığı iddiaları, çeşitli akademik çalışmalarda ve siyasi tartışmalarda yer almaktadır.
Sonuç
İktidarların, halkı bilinçli olarak yoksul bırakma politikaları uyguladığı iddiası, demokratik değerler ve insan hakları açısından ciddi endişeler doğurmaktadır. Bu tür uygulamalar, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirerek, sosyal adalet ve refahın önündeki engelleri artırır. Dolayısıyla, bu konunun akademik ve toplumsal düzeyde tartışılması, daha adil ve eşitlikçi bir toplum inşası için önem arz etmektedir.
© 2025, Bedri Yılmaz.
BedriYilmaz.com by Bedri Yılmaz is licensed under Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International