Site icon BedriYilmaz.com

Bir Millet İnşa Etmek

Tahayyülden Gerçeğe: Bir Millet İnşa Etmek

Benedict Anderson, 26 Ağustos 1936’da Çin’in Kunming kentinde dünyaya gelmiş bir siyaset bilimci ve tarihçidir. Babası İrlandalı, annesi İngiliz olan Anderson, çok uluslu ve çok kültürlü bir çevrede büyüdü. İkinci Dünya Savaşı sonrası ailesiyle birlikte ABD’ye göç etti. Lisans ve doktora eğitimini Cambridge ve Cornell Üniversitelerinde tamamladı. Uzun yıllar Cornell Üniversitesi’nde Güneydoğu Asya çalışmaları üzerine dersler verdi. 2015 yılında Endonezya’da vefat etti. Hayatı boyunca ulusçuluk, kimlik politikaları ve post-kolonyal çalışmalar alanlarında çok önemli katkılar sundu. En bilinen eseri olan Imagined Communities dışında The Spectre of Comparisons ve Under Three Flags gibi eserleri de bulunmaktadır.

Benedict Anderson

“Imagined Communities”: Tahayyül Edilmiş Topluluklar

1983’te yayımlanan Imagined Communities, Türkçeye genellikle “Hayali Cemaatler” veya daha serbest bir biçimde “Hayal Edilmiş Topluluklar” olarak çevrilmiştir. Ancak bana göre “Tahayyül Edilmiş Topluluklar” ifadesi bu kitabın felsefi ve tarihsel arka planını daha iyi yansıtıyor.

Anderson bu kitabında “millet” (nation) kavramının sanıldığı gibi doğal, kadim ya da değişmez bir yapı olmadığını iddia eder. Ona göre milletler, modern zamanlarda yani 18. yüzyıldan sonra ortaya çıkmış, tarihsel olarak belirli koşullarda “tahayyül edilmiş” topluluklardır. Bu tahayyül süreci özellikle matbaanın yaygınlaşması, gazete ve roman gibi modern iletişim araçlarının doğması ve bunların ortak bir dilde dolaşıma sokulmasıyla mümkün olmuştur. Yani bir Fransız köylüsünün, başka bir Fransız köylüsüyle tanışmadan ona dair bir ortaklık hissi geliştirmesi, aynı gazeteyi okuması ve aynı hikayelere maruz kalmasıyla sağlanmıştır.

Bu noktada Anderson’un temel argümanı şudur: Millet dediğimiz şey, bireylerin birbirini hiç tanımadan, ortak bir hayal ve aidiyet duygusuyla bağlı hissettikleri soyut bir topluluktur. Dolayısıyla milletler “gerçek” değil, “tahayyül edilmiş”tir. Ancak bu tahayyül, onları daha az etkili ya da daha az güçlü kılmaz.

Liberallerin Yorumlayışı: Ulusun Kurmaca Doğasına Kuşku

Liberallerin büyük kısmı bu kitapta anlatılan “milletin tahayyül edilmişliği” meselesini, bu yapının meşruiyetinin sorgulanabilirliği olarak okurlar. Onlara göre bir topluluğun hayal edilmiş olması, onu rasyonel düzlemde sorgulanabilir ve gerekirse aşılabilir kılar. Bu nedenle ulusal aidiyet kavramına mesafe koyar, bireyin evrensel haklarına ve özgürlüğüne öncelik verirler. Tahayyül edilmiş bir cemaatin birey üzerinde oluşturduğu baskının, çoğu zaman özgürlükle çatışabileceğini ileri sürerler. Bu bağlamda “millet” kavramı, hak ve özgürlüklerin önünde bir engel gibi okunur.

Solun ve Radikal Milliyetçilerin Okuması: Gereken Bir Tahayyül

Buna karşılık solun belli kesimleri, hatta bazı milliyetçi çevreler, Anderson’un bu yaklaşımını tersinden sahiplenir. Onlara göre evet, millet tahayyül edilmiş bir kavramdır. Ancak bu tahayyül, toplumsal parçalanmanın önüne geçebilecek ve farklı grupları bir arada tutabilecek önemli bir ortak anlatıdır. Mesela bir Trabzonlu Laz ile bir Antalya Yörüğü, bir Edirneli ile bir Diyarbakırlı aynı gerçekliği paylaşmaz. Ama ortak bir “Türkiye tahayyülü” etrafında bir araya gelebilirler. Bu tahayyül, milletin üst kimlik olarak inşa edilmesini ve alt kimliklerin bir çatı altında toplanmasını mümkün kılar.

Yani tahayyül edilmek, burada olumsuz değil, birleştirici bir işleve sahiptir. Nitekim insan hakları gibi modern değerler de tahayyül edilmiş yapılardır. Onlar da bir toplumsal sözleşmenin ürünüdür. Dolayısıyla hayal etmek, medeniyet kurmanın ön koşuludur.

Türkiye Örneği: Tahayyülden İnşa Edilen Kimlik

Türkiye özelinde bu tahayyülün inşasını anlamak için dilin ve iletişimin rolüne bakmak gerekir. Osmanlı döneminde birçok etnik grup ve lehçe olmasına rağmen İstanbul’un siyasal ve kültürel merkezi olması nedeniyle saray dili, yani İstanbul Türkçesi baskın hale geldi. Zamanla bu dilin standardize edilmesiyle birlikte ortak bir “Türk milleti” tahayyülü oluştu. Laz, Kürt, Yörük, Arap ya da Rumeli kökenli topluluklar bu çatının altına girmeye başladı.

Ancak son yıllarda bu tahayyül yeniden şekillendiriliyor. Siyasi elitlerin söylemleri, medya yapımları (örneğin Kurtlar Vadisi, Diriliş, Payitaht dizileri) ve Türkiye’nin göç politikalarıyla birlikte “millet” kavramı daha geniş bir kapsayıcılık kazanıyor. Artık sadece etnik Türklerin değil, Arapların, Kürtlerin ve farklı coğrafyalardan gelen göçmenlerin de bu tahayyülün parçası olması isteniyor gibi görünüyor. Yerli ve milli söylemiyle inşa edilmek istenen yeni tahayyül, belki de bir ümmet tahayyülüne doğru evriliyor.

Sonuç: Gerçekleşen Hayaller mi, Hayale Dönüşen Gerçeklik mi?

Sonuç olarak tahayyül edilmiş topluluk kavramı, yalnızca bir sosyolojik analiz değil, aynı zamanda siyasi bir tercihi de içinde barındırır. Hayal etmek, her zaman yanıltıcı ya da kurmaca olmak zorunda değildir. Bazen bir arada yaşamanın tek yolu, ortak bir hayale inanmaktır. Ama bu hayalin içeriği, sınırları ve yönü, onu tahayyül edenlerin tercihine göre değişir. Bu yüzden her kuşakta, her dönemde millet yeniden hayal edilir.

Views: 3

Exit mobile version