İkinci Dünya Savaşı Sonrası Küresel Düzen

(Üçüncü Dünya Savaşına Doğru -3)
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Küresel Düzen ve Değişim Süreci

Yeni Düzenin Kurulması (1945 ve Sonrası)

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte dünya liderleri bir daha benzer bir yıkımın yaşanmaması için yeni bir uluslararası düzen inşa ettiler. 1945’te düzenlenen Yalta Konferansı’nda varılan mutabakat ve aynı yıl San Francisco’da kurucu toplantısı yapılan Birleşmiş Milletler (BM), savaş sonrası **“yeni dünya düzeni”**nin temelini oluşturdu globalpanorama.org. Bu düzende I. Dünya Savaşı sonrasında yapılan hatalardan kaçınmak adına yenilmiş devletler dahi sisteme dahil edildi, ancak kontrol büyük ölçüde galiplerde kaldı. BM Güvenlik Konseyi’nde ABD, Sovyetler Birliği, Birleşik Krallık, Fransa ve Çin’e daimi koltuk ve veto hakkı tanınması bu kontrol mekanizmasının bir parçasıydı globalpanorama.org. Aynı şekilde, savaş sonrası dönemde ekonomik istikrarı sağlamak için Bretton Woodssistemi kuruldu; Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) gibi kurumlarla yeni finansal mimari oluşturuldu globalpanorama.org. Bu siyasi ve ekonomik düzenin askeri boyutu ise 1949’da kurulan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) ve buna karşılık 1955’te kurulan Varşova Paktı ile tamamlandı globalpanorama.org. Böylece dünya, savaş sonrasında iki kutuplu bir dengeler sistemi içine girdi.

Soğuk Savaş Dönemi: İki Kutuplu Denge ve Soğuk Barış

Soğuk Savaş, ABD liderliğindeki Batı bloku ile Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu bloku arasında yaklaşık 45 yıl süren küresel rekabet dönemiydi. Bu dönemde dünya coğrafyası adeta iki renge boyandı: Haritada maviyle gösterilen NATO üyesi ülkeler ve müttefikleri Batı bloğunu, kırmızıyla gösterilen Varşova Paktı üyeleri ve müttefikleri Doğu bloğunu temsil ediyordu. İki blok arasındaki ideolojik ve siyasi gerilim yüksek olsa da bu rekabet doğrudan sıcak bir dünya savaşına dönüşmedi. Aksine, Avrupa kıtası bu süre zarfında “soğuk barış” olarak da anılan görece istikrarlı bir dönem geçirdi – zira bilfiil savaş olmadan, gergin de olsa barış hali korundu globalpanorama.org.

Bu istikrar paradoksal bir şekilde nükleer caydırıcılığa dayanıyordu. ABD ve SSCB’nin sahip olduğu nükleer silahlar, doğrudan bir çatışmayı her iki taraf için de karşılıklı garanti edilmiş yıkım (Mutually Assured Destruction, MAD) anlamına getiriyordu. Liderler, nükleer savaşın ortaya çıkaracağı felaketin büyüklüğünü bildiklerinden, birbirlerine karşı taleplerinde temkinli davrandılar ve doğrudan çatışmaktan kaçındılar amacad.org globalpanorama.org. Winston Churchill bu durumu, nükleer dehşetin ironi dolu koruyucu etkisine işaret ederek “güvenliğin, dehşetin çocuğu; hayatta kalmanın ise imhanın ikiz kardeşi” haline geldiğini söylerken vurgulamıştır amacad.org. Gerçekten de Soğuk Savaş boyunca “korkunun dengesi” dünya barışının teminatı oldu: Her iki süpergüç de bir dünya savaşına yol açacak adımlardan özenle kaçındı çünkü böyle bir savaşın ekonomik, siyasi ve askeri maliyetini hiçbir tarafın kaldıramayacağını biliyorlardı globalpanorama.org.

Soğuk Savaş yıllarında taraflar, düzenin korunması adına son derece dikkatli bir denge politikası güttüler. Blok liderleri mevcut sistemin devamlılığındaki çıkarları gereği müttefiklerini de kontrol altında tutarak Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkmasını önledilerglobalpanorama.org. Büyük güçler doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınsa da rekabetlerini başka coğrafyalardaki vekalet savaşları ile sürdürdüler. Örneğin, Kore Savaşı (1950–53) ve Vietnam Savaşı (1960’lar) gibi çatışmalar doğrudan süpergüçlerin karşı karşıya geldiği dünya savaşlarına dönüşmeden bölgesel düzeyde tutuldu. Küba Füze Krizi (1962) Soğuk Savaş’ın en kritik kırılma anlarından biri oldu: ABD ile Sovyetler Birliği, Küba’ya yerleştirilen füzeler yüzünden nükleer savaşın eşiğine geldiler. Yaklaşık 13 gün süren bu yüksek gerilim, her iki tarafın da son anda geri adım atıp uzlaşmasıyla sona erdi. Bu kriz, taraflara nükleer eşiğin ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdi ve ardından daha temkinli bir dönem başladı amacad.org. Nitekim 1960’ların ortasından itibaren Washington ve Moskova arasında iletişim kanalları (örneğin “kırmızı telefon”) kuruldu, Nükleer Silahsızlanma Antlaşmaları imzalanmaya başlandı. 1970’lerde ise détente (yumuşama) adı verilen süreçle gerilim bir nebze azaltıldı.

Tüm bu gelişmeler sonucunda Soğuk Savaş’ın iki kutuplu yapısı, varlığı boyunca bilinen bir düzen ve denge yarattı. Her ne kadar ideolojik kamplaşma sert olsa da yeni bir dünya savaşının çıkmaması, bu düzenin en önemli özelliğiydi. Zaman içinde herkes bu iki kutuplu sistemin “işleyiş kurallarını” öğrendi ve dünya yaklaşık yarım yüzyıl bu yapı altında yaşadı globalpanorama.org. Soğuk Savaş dönemine dair bazı analistler, bu görece istikrar nedeniyle 1945-1991 arasını tarihte “uzun barış” dönemi olarak adlandırmıştır. Bu uzun barışın ardında yatan gerçek ise, sıcak bir savaşın kazananı olmayacağını tarafların idrak etmiş olmasıydı – “bilinen gerginlik, bilinmeyen kaostan yeğdir” anlayışı hakimdi.

Soğuk Savaş’ın Sonu ve “Yeni Dünya Düzeni”

1980’lerin sonunda Sovyet bloğunun zayıflamasıyla Soğuk Savaş düzeni sarsılmaya başladı. Bu dönemin en sembolik olayı, Doğu ve Batı arasındaki fiziksel ve ideolojik ayrımın simgesi olan Berlin Duvarı’nın yıkılışıydı. 1961’de Doğu Almanya tarafından örülen ve Batı’da yıllarca “Utanç Duvarı” olarak anılan Berlin Duvarı, 9 Kasım 1989’da halkın özgürlük talebiyle yıkıldı aa.com.tr. Bu olay Doğu Almanya’da komünist rejimin sonunu getirdi ve Avrupa’daki Sovyet yanlısı sosyalist blok hızla çözüldü aa.com.tr. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan domino etkisi, Doğu Avrupa ülkelerinde birbiri ardına demokratik devrimlere yol açtı. Nihayetinde Sovyetler Birliği de 1991’de dağıldı ve yaklaşık 45 yıllık iki kutuplu düzen resmen sona erdi. ABD Başkanı George H. W. Bush, 1991’de bir konuşmasında dünyaya “yeni bir dünya düzeni”nden bahsediyordu. Ancak Bush’un erkenden ilan ettiği bu düzenin tam manasıyla hayata geçtiğini söylemek zordu; aslında tanık olduğumuz şey, eski düzenin yıkılmasıydı globalpanorama.org.

Soğuk Savaş’ın bitimiyle ABD tek süper güç olarak kaldı ve küresel uluslararası sistemde ciddi bir kırılma noktası yaşandı daktilo1984.com. Bu dönemde uluslararası ilişkilerde yeni bir arayış başladı. Akademisyen Francis Fukuyama, 1989’da kaleme aldığı ünlü makalesinde liberal demokrasinin zaferiyle birlikte “tarihin sonu”na ulaşıldığını öne sürdü. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezine göre Soğuk Savaş’ın bitimi ideolojilerin çöküşünü ve insanlığın yönetim biçimi arayışının nihai olarak Batı liberal demokrasisinde sonlandığını işaret ediyordu; Batı dünyası (özellikle ABD) liberal demokrasiyle “insanlığın ulaşabileceği en son noktaya” varmıştı ve artık daha ileri gidecek bir yol kalmamıştı dergipark.org.tr. Bu iddia, Soğuk Savaş sonrası dönemde liberal kapitalist demokrasinin rakipsiz kaldığını vurgulayarak, yeni bir büyük ideolojik çatışmanın olmayacağı nispeten istikrarlı bir dünya düzeni öngörüyordu.

Ne var ki Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi yoğun tartışmalara yol açtı ve gerçek gelişmeler tarafından kısmen çürütüldü. Nitekim sonraki yıllarda dünya, liberal demokrasinin zaferine rağmen yeni sorunlar ve çatışmalar yaşamaya devam etti. Etnik ve dini çatışmalar, terörizm, ekonomik krizler gibi olgular tarihin sona ermediğini gösterdi. Fukuyama’nın tezinden sonraki 30 yıllık süreçte, liberal demokrasinin tüm dünyadaki problemlere çözüm getiremediği ve insanlığın tarihinin “nihai son”a ulaşmadığı açıkça görülmüş oldu dergipark.org.tr. Örneğin, 1990’larda Yugoslavya’nın dağılmasıyla patlak veren Balkan savaşları, Avrupa’nın ortasında yeniden etnik temelli şiddet olaylarını gündeme getirdi. 1991’de Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle çıkan Körfez Savaşı, Soğuk Savaş sonrası ilk büyük uluslararası askerî müdahaleye sahne oldu (ABD öncülüğünde koalisyon güçleri BM onayıyla Irak’ı Kuveyt’ten çıkardı). Bu gelişmeler, tek kutuplu dünyada da askeri ve siyasi meydan okumaların sürebileceğini gösterdi.

Yine de, Soğuk Savaş sonrasındaki 1990’lar genel olarak küreselleşmenin hız kazandığı, uluslararası iş birliğinin arttığı bir dönem oldu. İletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişimiyle dünya ekonomileri daha önce görülmemiş ölçüde birbirine bağlandı. 1995’te Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuruldu, Avrupa’da Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği derinleşip genişledi, uluslararası sermaye akışları ve yatırımlar arttı. Bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri, askeri ve ekonomik bakımdan rakipsiz bir hegemon olarak kalırken; Çin gibi bazı yükselen güçler de küresel ekonomiye entegre olarak büyümeye başladı. Küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası dönemin ana trendi haline geldi. Artık uluslararası sistem tek bir ideolojik çatışmadan ziyade, artan ticari ve finansal bağların şekillendirdiği bir yapıdaydı. Birçok gözlemci, karşılıklı ekonomik bağımlılıkların derinleşmesinin büyük güçler arasında savaş ihtimalini daha da azaltacağını düşünüyordu. Sıkça dile getirilen görüşlerden biri, ulusların tedarik zincirleri ve piyasalar yoluyla öylesine birbirine muhtaç hale geldiği ki “kimsenin bir dünya savaşını göze alamayacağı” idi.

Küreselleşme Sürecinde Krizler ve Süreklilik

Soğuk Savaş sonrasında hızla derinleşen küreselleşme süreci boyunca, dünya düzenini sarsan çeşitli krizler ve kırılma anları yaşandı. Ancak bu krizlerin her biri, küresel sistemde ciddi sarsıntılar yaratsa da, büyük güçler genellikle düzeni tamamen yıkacak adımlar atmamayı tercih ettiler. Bunun temel sebebi, küresel düzenin bozulmasının herkes için katlanılamaz maliyetler doğuracağı gerçeğiydi. Nitekim 1990’lardan günümüze uzanan dönemde yaşanan krizlerin hiçbiri, mevcut uluslararası sistemin yerine kaotik bir düzensizliğin geçmesine yol açmadı. Aksine, her büyük krizin ardından uluslararası iş birliği ve mevcut kurumlar vasıtasıyla düzenin onarılmasına çalışıldı.

Örneğin 1997 Asya Finansal Krizi, Doğu Asya ülkelerinde domino etkisiyle ekonomileri çökme noktasına getirdiğinde, IMF başta olmak üzere küresel finans kuruluşları devreye girerek etkilenen ülkelere istikrar programları uyguladılar. 2001 yılında teknoloji sektöründeki dot-com balonu patlayıp borsalar çakıldığında, küresel piyasalar bir süre sarsıldı ama ardından yeniden büyüme patikasına girildi. Aynı yıl gerçekleşen 11 Eylül 2001 terör saldırıları, ABD’yi derinden sarstı ve ardından Küresel Terörle Mücadele dönemini başlattı: Afganistan (2001) ve Irak (2003) savaşları gibi gelişmeler güvenlik paradigmalarını değiştirirken, NATO tarihinde ilk kez 5. maddeyi işletip kolektif savunma kararı aldı. Bu gelişmeler uluslararası politikada gerginliklere yol açsa da, küresel ekonomik sistem çalışmaya devam etti.

Dünya ekonomisinin karşılaştığı en büyük sınavlardan biri 2008 Küresel Finans Krizi idi. ABD’nin mortgage piyasasından başlayıp tüm dünyaya yayılan bu kriz, 1929 Büyük Buhranı’ndan bu yana en ciddi ekonomik durgunluğu tetikledi. Birçok büyük banka iflasın eşiğine geldi, dünya ticareti keskin bir darbe aldı. Ancak krizin tam bir küresel çöküşe dönüşmesini engellemek için büyük ekonomiler eşi görülmemiş bir koordinasyon sergilediler. 2008 sonunda ve 2009 boyunca ABD, AB ve Çin gibi aktörler büyük çaplı ekonomik teşvik paketleri uyguladı; G20 liderleri bir araya gelerek finansal sistemin çökmesini önleyecek önlemleri tartıştılar. Nitekim uluslararası iş birliği sayesinde 1930’lardakine benzer ikinci bir Büyük Buhran yaşanmadı. Uzmanlar, eğer büyük ekonomiler kriz sırasında birlikte hareket etmeselerdi, korumacı ve bencil politikaların küresel ekonomiyi bütünüyle çökertme ihtimali olduğunu belirtiyordu cepr.org. Kriz sonrasında da IMF, Dünya Bankası, G20 gibi platformlar aracılığıyla finansal düzenlemeler yapılarak sistem onarıldı.

Benzer şekilde Avro Bölgesi borç krizi (2010-2012) sırasında Avrupa Birliği ve Avrupa Merkez Bankası koordineli adımlar atarak Yunanistan başta olmak üzere borç krizindeki ülkelerin temerrüde düşmesini engelledi ve Euro para biriminin dağılmasının önüne geçti. COVID-19 pandemisi ise 2020’de küresel ekonomiyi aniden durma noktasına getirdiğinde, dünya genelinde merkez bankaları ve hükümetler trilyonlarca dolarlık destek programları açıkladılar. Küresel tedarik zincirleri bu dönemde ciddi aksasa da, aşılamanın yaygınlaşmasıyla ekonomiler yeniden açıldı ve küresel ticaret toparlandı.

Tüm bu kriz dönemlerinde dikkat çeken nokta, küreselleşme sürecinin esnekliği ve dayanıklılığı oldu. Beklentilerin aksine, her büyük sarsıntı sonrasında küresel ekonomi yeniden ayağa kalkmayı ve uyum sağlamayı başardı. Örneğin, 2008 krizinin ardından dünya ticaretinde ve yatırımlarda bir süre düşüş yaşansa da, sonraki yıllarda küreselleşme ivmesi devam etti. Benzer şekilde, COVID-19 küresel bir sağlık acil durumu yaratıp ulusları içe kapanmaya zorladığında dahi, bu durum kalıcı bir de-küreselleşmeye yol açmadı; tedarik ağları yeniden yapılandı ve dijital ekonomi sayesinde ülkeler arası etkileşim sürdü. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2024 yılı değerlendirmesine göre, “küreselleşmenin sonunun geldiğine dair onca söyleme rağmen, küreselleşme finansal krizler, siyasi huzursuzluklar ve sağlık acil durumları karşısında uyum sağlayarak varlığını sürdürmeye devam etti”weforum.org. Yani küreselleşmenin çöküşü sık sık dile getirilse de, süreç her seferinde yeni koşullara adapte olarak yaşamaya devam etti.

Elbette ki küreselleşme döneminde yaşanan krizler, uluslararası sistemde bazı gerilimler ve düzeltmeler gerektirdi. Her kriz dalgası, küresel düzenin eksik yönlerini ortaya koydu ve reform ihtiyacını gündeme getirdi. Örneğin 2008 finans krizi, finansal piyasaların denetimsiz bırakılmasının tehlikelerini gösterdi ve bu alanda yeni düzenlemelere gidildi weforum.org weforum.org. Pandemi ise kritik tıbbi malzemeler ve aşılar konusunda ülkelerin iş birliği yapmasının önemini ortaya koydu. Bunlarla birlikte, son yıllarda küreselleşme karşıtı eğilimler de güç kazandı: Bazı ülkelerde korumacı politikaların ve milliyetçi söylemlerin yükselişi, Brexit gibi bir gelişme veya ABD-Çin arasındaki ticaret savaşları gibi hamleler küresel entegrasyonu zorladı. Yine de bugüne dek bu gelişmeler, tamamen içe kapanmış, parçalanmış bir dünya düzenine dönüşle sonuçlanmadı. Uluslararası sistemin ana çerçevesi – serbest ticarete dayalı piyasa ekonomisi, ulus devletlerin egemenliği prensibi ve çok taraflı diplomasi – varlığını koruyor. Karşılaşılan kırılmalara rağmen büyük güçler, mevcut düzeni topyekûn yıkacak adımlardan kaçınmayı sürdürdüler.

Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze uzanan süreçte dünya, önce iki kutuplu bir güç dengesiyle, ardından da artan küresel karşılıklı bağımlılık ile göreli bir istikrar ortamında kalmaya özen gösterdi. Soğuk Savaş döneminde nükleer caydırıcılık sayesinde doğrudan büyük güç çatışması yaşanmadı; Sovyetler’in çöküşüyle başlayan tek kutuplu/çok kutuplu dönemde de büyük aktörler, yeni bir dünya savaşına yol açabilecek eylemlerden uzak durdular. Her ne kadar dönem dönem ciddi siyasi, askeri ve ekonomik krizler yaşansa da, taraflar “düzenin bozulması”nın bedelinin çok ağır olacağını bildikleri için, sorunları mevcut sistem içinde diyalog ve iş birliğiyle çözmeyi tercih ettiler. Bir analizin de vurguladığı gibi, tarihsel süreçler hiçbir zaman dümdüz ilerlemez; küreselleşme döneminde de çeşitli aksaklıklar ve krizler çıksa bile, bunları gerekçe gösterip sürecin bittiğini varsaymak acelecilik olacaktır sosyologca.org. Nitekim günümüzde dahi küresel düzen tamamen kusursuz olmasa da ayakta durmaktadır – “bildik bir gerilim, bilinmeyen bir kaostan iyidir” anlayışıyla hareket eden uluslararası toplum, yeni bir dünya savaşını önlemek ve düzeni korumak adına geçmişe kıyasla çok daha temkinli ve birbirine bağımlı hale gelmiştir globalpanorama.org. Bu sayede, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen tüm dönüşümlere rağmen özünde varlığını sürdürmüş ve dünya, büyük güçlerin doğrudan çatışmaktan imtina ettiği bir barış ortamında bugüne gelebilmiştir.

Kaynaklar:

  1. Miller, Lawrence. Nuclear Weapons in a Changing Global Order – The Cold War Order. American Academy of Arts & Sciences (2020): “The Cold War order is usually attributed to a convenient bipolarity and a shared fear of nuclear war… Thus a stable political order was the result of a stable nuclear order, which depended on mutual deterrence”amacad.org.
  2. Aydın, Mustafa. “Eski Düzenden Yeni Düzensizliğe Türkiye’nin Yeri” – Global Panorama (Ocak 2023): İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan “1945 Düzeni” veya “Yalta Düzeni” olarak tanımlanan iki kutuplu sistemde Avrupa 45 yıl boyunca Soğuk Savaş’ı –ama aynı zamanda soğuk barışı– yaşadı. Bu dönemde iki nükleer gücün birbirini birkaç kez yok edebilecek silah gücüne sahip olması (MAD, Karşılıklı Garantili Yıkım) tarafların üçüncü dünya savaşından kaçınmasını sağladı; blok liderleri müttefiklerini kontrol altında tutarak global çatışmayı engelledi globalpanorama.org. Sistem dışı kalan gerilimler ise Avrupa dışındaki bölgesel savaş ve çatışmalarda yaşandı globalpanorama.org. 1945’te kurulan yeni düzenin siyasi ve ekonomik boyutlarına ek olarak askeri boyutu da NATO (1949) ve Varşova Paktı (1955) ile tamamlandı; zamanla herkesin kurallarını öğrendiği ve dünyaya 45 yıl hizmet eden bu yapı 1991’de çöktü globalpanorama.org. O tarihten sonra uluslararası ilişkilerde “yeni dünya düzeni”nin nasıl olacağı sorusu tartışılmaya başlandı globalpanorama.org.
  3. Anadolu Ajansı (AA) – “Berlin Duvarı’nın yıkılışının üzerinden 34 yıl geçti” haberi (8 Kasım 2023): 9 Kasım 1989’da halk, Berlin’i 28 yıl boyunca ayıran 156 kilometre uzunluğundaki “Utanç Duvarı”nı yıktı. Berlin Duvarı’nın hem Almanya hem de Avrupa için dönüm noktası olan bu tarih, Doğu Almanya (DDR) rejiminin de sonu olurken Avrupa’daki sosyalist blok ortadan kalktı aa.com.tr.
  4. Ateş, Oral. “Tarihin Sonunu 30 Yıl Geçe” – Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (2024): Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu mu?” teorisi, genel anlamda “Batı’nın zaferi” ile sonuçlanan bir tarihsel süreçten ve ideolojilerin çöküşünden bahsetmektedir. Fukuyama, Batı genelinde ve Amerika özelinde liberal demokrasiyle insanlığın ulaşabileceği son noktaya ulaştığını, artık liberalizmin çözemeyeceği hiçbir meselede alternatif bir ideoloji olmadığını ve tarihin sonunun geldiğini iddia etmiştir dergipark.org.tr. Ancak aradan geçen 30 yılda dünyada yaşananlar, liberal demokrasinin özgürlükten eşitliğe, çevreden güvenliğe kadar birçok sorunu çözemediğini ve nihai sonun gelmediğini göstermiştir dergipark.org.tr.
  5. Atasoy, Fahri. “Küreselleşme Sürecinde Artan Krizler Dünyayı Nereye Götürüyor?” – Sosyologca dergisi (Temmuz 2025): Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan önemli krizler ele alındığında, tarihsel süreçlerin hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemediği görülür. Yaşanan olumsuzluklar sebebiyle bir sürecin hemen sona ereceğine hükmetmek mümkün olsa da bu, kolaycı bir yorum olacaktır. Nitekim küreselleşme döneminde tek süper güç olarak öne çıkan ABD dahil köklü devletlerin hepsi oyunun parçası olmaya devam etmiş; yeni oyuncularla tarih devam etmektedir sosyologca.org.
  6. Thomson, Stéphanie. “Is globalization dying? An economic historian weighs up the evidence” – World Economic Forum (Ağustos 2024): Onca felaket senaryosuna rağmen küreselleşme, finansal krizler, siyasi huzursuzluklar ve küresel sağlık acil durumları karşısında sürekli kendini uyarlayarak varlığını sürdürdü weforum.org. Küreselleşmenin sonunun geldiğine dair söylemler sık sık ortaya atılsa da, küresel ekonomi her defasında yeniden toparlanmış ve tamamen içe kapanmacı bir düzene geçiş gerçekleşmemiştir weforum.org weforum.org

Views: 2

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to site top
Creative Commons License
Except where otherwise noted, the content on this site is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.