Podcast: Tahayyülden Gerçeğe: Bir Millet İnşa Etmek
Merhaba, ben Bedri. Bugün sizlerle bir kitap üzerinden, aslında hepimizi ilgilendiren çok önemli bir konuyu konuşacağız: millet kavramı. Konuğumuz bir kitap değil, bir fikir. Benedict Anderson’ın “Imagined Communities” yani benim tercih ettiğim ifadeyle Tahayyül Edilmiş Topluluklar adlı eseri.
Şimdi bu kitabı konuşacağım ama önce yazarı biraz tanıyalım.
Benedict Anderson, 1936 yılında Çin’in Kunming kentinde doğmuş, akademik hayatını Amerika’da ve özellikle Cornell Üniversitesi’nde geçirmiş bir siyaset bilimci ve tarihçiydi. Hayatı boyunca milliyetçilik, kimlik politikaları ve toplum kuramları üzerine çalıştı. 2015 yılında, Endonezya’da hayatını kaybetti. Onu dünya çapında tanınır hale getiren ise 1983’te yayımladığı Imagined Communities kitabı oldu.
Peki bu kitap ne anlatıyor?
Anderson’a göre milletler, sanıldığı gibi tarih boyunca var olmuş doğal yapılar değil. Aksine, modern zamanlarda yani 1700’lerin sonlarından itibaren tahayyül edilen, yani insanlar tarafından hayal edilen, kurgulanan yapılar. Bu millet tahayyülü ise özellikle matbaanın, gazetelerin, romanların ve ortak bir dilin yaygınlaşmasıyla mümkün hale geliyor. İnsanlar birbirini hiç tanımadan, aynı hikayelere, aynı dile, aynı anlatıya maruz kalarak bir topluluğun parçası olduklarını hissediyorlar.
Daha somut düşünelim. Eskiden Fransa’nın ya da İspanya’nın içinde Lazlar, Katalanlar, Basklar, Gaskonyalılar vardı ama kendilerine “Fransız” ya da “İspanyol” demiyorlardı. Herkes kendi yerel kimliğini esas alıyordu. Ama zamanla bu topluluklar, ortak bir millet tahayyülünde birleştiler. Artık kendilerini “bir ülkenin vatandaşı” olarak tanımlamaya başladılar.
Aynı süreç Türkiye’de de yaşandı. Artık insanlar “ben Yörüğüm, Boşnağım, Lazım, Kürdüm” yerine, “ben Türküm” diyerek bir üst kimliğe bağlanmaya başladılar. Bu elbette kendi başına olmadı. Dil politikaları, medya, eğitim ve siyasi anlatılar bu tahayyül sürecini şekillendirdi. İstanbul’un hem siyasi hem kültürel merkezi olması nedeniyle resmi Türkçenin İstanbul şivesi etrafında şekillenmesi de bu sürecin bir parçasıydı.
Şimdi gelelim bu kitaba liberallerin ve solcuların nasıl yaklaştığına…
Liberaller, bu kitabı şöyle yorumluyor: Madem millet dediğimiz şey insanlar tarafından hayal edilen bir şey, o zaman bu yapıya fazla anlam yüklememek gerekir. Onlara göre bu hayal, bireyin özgürlükleri ve evrensel hakları önünde bir engel olabilir. Yani millet kavramı yerine, daha çok insan hakları gibi birey merkezli yapılara odaklanmak gerektiğini savunuyorlar.
Solcuların bir bölümü ve hatta bazı milliyetçiler ise aynı tespiti tersinden okuyor. Onlara göre evet, millet tahayyül edilmiş bir kavramdır ama bu kötü bir şey değildir. Aksine, bu ortak tahayyül farklı grupları bir arada tutmanın en etkili yollarından biri olabilir. Çünkü tahayyül edilen bir millet sayesinde; bir Trabzonlu Laz, bir Antalya Yörüğü, bir Trakyalı Rumeli göçmeni ya da bir Diyarbakırlı Kürt, aynı çatı altında bir araya gelebilir. “Biz Türkiye’yiz” diyebilir.
Burada önemli bir parantez açmak istiyorum. Hayal etmek kötü bir şey değildir. Tam tersine medeniyetin temelidir. İnsan hakları, anayasa, adalet, özgürlük gibi kavramların hepsi birer tahayyüldür. Bizim ortak olarak üzerine anlaştığımız, hayal ettiğimiz yapılar. Eğer bu hayaller olmasaydı, toplum diye bir şeyden de söz edemezdik.
Peki bu tahayyül Türkiye’de bugün nasıl şekilleniyor?
Son yıllarda siyasetin, medyanın ve kültürel üretimin etkisiyle bu “millet tahayyülü” yeniden çiziliyor. Kurtlar Vadisi’nden Diriliş Ertuğrul’a, Payitaht Abdülhamit’ten TRT dizilerine kadar birçok yapımda yeni bir ortak kimlik sunuluyor. Aynı zamanda Türkiye’nin göç politikalarıyla Araplar, Afganlar, Pakistanlılar gibi çok farklı grupların Türkiye’ye dahil edilmesiyle, “Türklük” kavramı da genişletiliyor. Artık “yerli ve milli” denildiğinde yalnızca etnik Türkler değil, bu topraklarda yaşayan herkes kastediliyor gibi görünüyor. Bu da bize, Türkiye tahayyülünün bir ümmet tahayyülüne doğru genişletilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Peki bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?
İşte asıl mesele bu. Çünkü tahayyül edilen her millet, bir şeyi kapsarken bir başkasını dışlayabilir. Her yeni tanım, bazı aidiyetleri görünmez hale getirebilir. Bu yüzden millet dediğimiz şey, yalnızca tarihsel bir süreç değil, aynı zamanda siyasi bir tercihtir.
Ve unutmayalım: Her millet yeniden ve yeniden hayal edilir. Her kuşak, bu hayali kendi değerlerine göre yeniden kurar. Önemli olan, bu hayalin kimleri dahil edip kimleri dışladığını, neye hizmet ettiğini sorgulamak.
Benim bu kitaba dair düşüncelerim böyle.
Dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Yeni bölümlerde görüşmek üzere diyorum. Bu arada fikir yazılarımı ve içeriklerimi paylaştığım BedriYilmaz.com internet sitemi ziyaret etmeyi de unutmayın.
Views: 3




















