Homoseksüellik Bir Tercihtir: Genetik Zorunluluk İddiasına Karşı Gerçekler

Son yıllarda özellikle Batı kaynaklı söylemlerle birlikte, eşcinselliğin genetik bir temele dayandığı ve bireyin bu yönelimi iradesi dışında, biyolojik bir zorunlulukla benimsediği yönünde iddialar öne sürülmektedir. Bu iddialarla, eşcinselliğin bireysel tercih değil, doğuştan gelen bir “kaçınılmazlık” olduğu savunularak, ahlaki ya da toplumsal sorgulamalardan azade kılınmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Ancak bilimsel veriler incelendiğinde, bu yaklaşımın tutarsızlıklar içerdiği ve genetik determinizm üzerinden oluşturulan bu savunuların, esasen bireysel eğilimlere kılıf bulma çabası olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıdaki yazımda, bu tartışmayı bilimsel ve eleştirel bir çerçevede detaylı biçimde ele alıyorum.
Eşcinsellik konusunun biyolojik kökenleriyle ilgili yapılan bilimsel araştırmalar, uzun yıllardır tartışma konusu olmuştur. Özellikle son yıllarda, eşcinselliğin doğuştan mı yoksa sonradan mı oluştuğu sorusu üzerinde yoğunlaşılmış, bu konuda birçok bilimsel çalışma yürütülmüştür. Bu araştırmaların en önemli sonuçlarından biri, eşcinselliğin genetik bir zorunluluk olmadığı, yani kimsenin eşcinsel olarak doğmadığı yönündedir.
Yapılan geniş çaplı genetik araştırmalarda, eşcinselliğe neden olan tek bir genin varlığına dahi rastlanmamıştır. İnsan DNA’sında, doğrudan eşcinselliğe yol açan bir genetik kodun olmadığı, bilimsel olarak ortaya konmuştur. Bazı araştırmalarda, genetik yatkınlık veya bazı genetik faktörlerin etkili olabileceği öne sürülse de, bu faktörlerin tek başına belirleyici olmadığı, çevresel ve psikolojik etkenlerin ya da kişisel tercihlerin rol oynadığı anlaşılmıştır. (My Genes Made Me Do It! – Neil E. Whitehead, Briar Whitehead)

Ayrıca, ikizler üzerinde yapılan araştırmalar da bu konuda önemli veriler sunmaktadır. Tek yumurta ikizlerinin genetik yapıları tamamen aynıdır. Eğer eşcinsellik tamamen genetik olsaydı, bir ikizin eşcinsel olması durumunda diğerinin de mutlaka eşcinsel olması gerekirdi. Ancak yapılan çalışmalar, böyle bir zorunluluğun olmadığını, tek yumurta ikizlerinden birinin eşcinsel olması durumunda diğerinin çoğunlukla heteroseksüel olduğunu göstermiştir. Bu bulgu, eşcinselliğin genetik bir zorunluluk olmadığını, çevresel ve bireysel faktörlerin de etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Kişisel ya da Psikolojik ve toplumsal etkenler bu konuda oldukça belirleyicidir. Aile yapısı, sosyal çevre, medya etkisi ve rol modeller gibi faktörler, bireyin cinsel yöneliminde etkili olabilmektedir.
Sonuç olarak, günümüzdeki bilimsel veriler ışığında, kimsenin doğuştan eşcinsel olmadığı, genetik bir zorunluluğun bulunmadığı, cinsel yönelimin oluşumunda çevresel, psikolojik ve toplumsal etkenlerin önemli rol oynadığı açıkça görülmektedir. Homoseksüelliğin insanın doğuştan (genetik) sahip olduğu bir zorunluluk değil, yaşadığı çevre, aldığı eğitim, karşılaştığı olaylar ve kendi iradesiyle şekillenen bir süreç sonucu kişisel bir tercih olduğunu göstermektedir.
Bu nedenle, cinsel yönelimlerin mutlak ve değiştirilemez olarak görülmesi bilimsel açıdan doğru değildir. İnsan, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak, hayatı boyunca karşılaştığı etkenler karşısında seçimler yapar ve bu seçimler doğrultusunda yaşamını şekillendirebilir.
Özetle homoseksüelliğin genetik olduğu, homoseksüel çevrelerin bir uyguladığı bir propaganda safsatasından ibarettir.
Konuyla ilgili diğer içeriklerim:
Views: 7




















