Barış Taktiği, Devrim Stratejisi: Komünist Örgütlerde Ateşkes ve Silah Bırakmanın Gerçek Yüzü ve PKK Örneği

Bölüm 1

Kömünist Terör Örgütü PKK’nın Sözde Silah Bırakması

PKK’nın Komünist, Marksist-Stalinist Bir Terör Örgütü ve Kürt Milliyetçiliği Maskesi Altında Komünist Bir Yapılanma Olduğu

PKK (Kürdistan İşçi Partisi), 1978 yılında Abdullah Öcalan ve terörist arkadaşları tarafından kurulmuş olup daha ilk günden Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemiş bir örgüttür (Soğuk Savaş Sonrası PKK’nın İdeolojik Dönüşümü, Mert Gündüz, Konya 2022 (Yüksek Lisans Tezi)). Temel hedefi, Türkiye’nin güneydoğusu başta olmak üzere çevre ülkelerdeki Kürt nüfusun yaşadığı bölgelerde sosyalist temelli bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktır (Assessing the Urban Terrorism Strategy of the Kurdistan Workers’ Party in Turkey, Fuad Shahbazov, 17 Şubat 2022). Örgütün ideolojik yapısı, devrimci Marksizm-Leninizm ile ayrılıkçı etno-milliyetçiliğin bir bileşiminden oluşmuştur (PKK, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı). PKK her ne kadar söyleminde Kürt milliyetçiliğini ön plana çıkarmışsa da, bu söylem özünde komünist bir devrim stratejisini kitle tabanında meşrulaştırmak ve gizlemek için kullanılan bir maske işlevi görmüştür (Assessing the Urban Terrorism Strategy of the Kurdistan Workers’ Party in Turkey: The PKK’s Evolution, Fuad Shahbazov, 17 Şubat 2022). Nitekim araştırmalar, PKK’nın başlangıçta ideolojik ilkelerini Kürt etnik vurguyla harmanlayarak destek tabanını genişlettiğini göstermektedir. Bu yönüyle PKK, ulusal kurtuluş söylemi ile sosyalist devrim hedefini birleştiren klasik komünist hareketlerin tipik bir örneğidir.

PKK’nın Komünist İdeolojik Temelleri

PKK’nın ilk bildiri ve yayın organlarında açıkça Marksist-Leninist, hatta Stalinist bir çizgi hakimdir. Öcalan’ın erken dönem yazılarında ve örgütün teorik metinlerinde sınıf mücadelesi, proleter devrim, anti-emperyalizm ve anti-kapitalist söylemler belirgin şekilde yer almıştır. Örgüt, Karl Marx ve Vladimir Lenin’in öğretilerinden ilhamla kapitalist devleti yıkıp yerine proletarya diktatörlüğünü kurmayı hedefleyen bir strateji gütmüştür. Bu hedef, dünya komünist hareketlerinin evrensel stratejisiyle örtüşmektedir. Bağımsız birleşik bir Kürdistan ideali, PKK söyleminde bir ulusal kurtuluş amacını ifade etmekle birlikte, bu amacın altında yatan ideolojik motivasyon sosyalist devrimdir. PKK, tıpkı dönemin diğer radikal sol Kürt örgütleri gibi, Kürt sorununu sınıf temelli bir bakış açısıyla ele almıştır. Örgüt yayınları, bölgede feodal sayılabilecek geleneksel yapıları ve ağalık düzenini sert biçimde eleştirerek, etnik meseleyi bir sınıf mücadelesi perspektifine oturtmuştur (Assessing the Urban Terrorism Strategy of the Kurdistan Workers’ Party in Turkey: The PKK’s Evolution, Fuad Shahbazov, 17 Şubat 2022). Bu durum, Kürt kimliğinin ideolojik çerçevede araçsallaştırıldığını gösterir: Kürt kimliği vurgusu, Marksist-Leninist ideolojiye kitle desteği sağlamak için bir araçtır.

Örgütün kurulduğu dönemde (1970’ler sonu), Orta Doğu’da ve Türkiye’de yükselen Marksist-Leninist akımlar ile anti-emperyalist söylem, PKK’nın ideolojik zeminini şekillendirmiştir. Kuruluş manifestosunda “sömürgeci” olarak nitelendirdiği Türk devletine karşı silahlı mücadeleyi, aynı zamanda bölgedeki egemen sınıflara karşı bir proleter devrim mücadelesi olarak tanımlamıştır. Bu çerçevede PKK, ilk günden itibaren kendisini sadece bir etnik hak arayışı hareketi değil, Marksist-Stalinist bir devrimci örgüt olarak konumlandırmıştır. Kürt milliyetçiliğine yaptığı vurgu ise, Marx ve Lenin’in ulusal meseleye yaklaşımında olduğu gibi, devrimin aracı olarak görülmüştür. Lenin, ulusal kurtuluş mücadelelerinin imparatorlukları yıkmak ve devrimci hareketi büyütmek için kullanılabileceğini belirtmiş; ezilen uluslardaki anti-emperyalist dinamiklerin sosyalist devrimin inşasında önemli bir araç olduğunu savunmuştur (Lenin ve ulusal kurtuluş: Devrim için mücadele, 2 Mart 2024). Benzer şekilde, Stalin de “Marksizm ve Ulusal Sorun” üzerine çalışmasında ulusal hareketlerin sosyalist devrime hizmet edebileceğini ve nihai hedefin proletarya diktatörlüğü olduğunu vurgulayarak, ulusal kurtuluşun tek başına bir amaç değil, devrime giden yolda bir adım olduğunu ima etmiştir.

PKK’nın Komünist Karakterinin Temel Özellikleri

  • Marksist-Leninist Devrimci İdeoloji: PKK ideolojisi, Karl Marx ve Vladimir Lenin’in fikirlerine dayanan devrimci bir çizgidedir. Örgüt, kuruluşundan itibaren kendisini bilimsel sosyalizm ekseninde konumlandırmış; Türkiye’de ve bölgede var olan düzeni “feodal-burjuva sömürü düzeni” olarak tanımlayarak bunun silahlı devrimle yıkılmasını amaç edinmiştir. Nihai hedef, kapitalist devlet yapısının yerine proletarya diktatörlüğünün kurulması, yani komünist bir toplum düzenine geçilmesidir. Bu hedef doğrultusunda PKK, Mao ve Che Guevara gibi diğer devrimci hareketlerin stratejilerini de örnek alarak halk savaşı doktrinini benimsemiştir. Örgütün ideolojisi devrimci Marksizm-Leninizm ve ayrılıkçı etno-milliyetçilik temeline oturmaktaydı (PKK, Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs). Ancak etno-milliyetçilik vurgusu, ideolojinin özünden ziyade, kitlelerin seferber edilmesine yönelik yüzeysel bir slogan işlevi görmüştür.
  • Stalinist Örgüt Yöntemleri ve Disiplin: PKK, örgüt yapısı ve mücadele yöntemleri bakımından Sovyet lider Stalin’in modelini andıran katı bir merkeziyetçilik ve disiplin anlayışıyla hareket etmiştir. Karar alma ve uygulama süreçlerinde mutlak bir hiyerarşi hakim olmuş, Öcalan mutlak önderlik pozisyonuna yerleşmiştir. Stalinist yöntemlerin en bariz yansımalarından biri, örgüt içindeki tasfiyeci uygulamalar ve muhaliflere karşı acımasız tutumdur. Özellikle 1980’ler ve 1990’larda PKK, sadece devlet güçlerine karşı değil, kendi bünyesinde veya Kürt siyasi hareketi içinde farklı çizgide olan kişi ve gruplara karşı da şiddet kullanmıştır. Rakip ve muhalif Kürt örgütler “işbirlikçi” veya “hain” ilan edilerek hedef alınmış; PKK, “anti-sömürgeci kurtuluş mücadelesi” adına, Türk devletine olduğu kadar diğer solcu Kürt gruplara ve hatta kendi içindeki ayrılıkçı unsurlara karşı suikastler ve infazlar gerçekleştirmiştir (Between Guerrilla Warfare and Political Murder The Workers’ Party of Kurdistan, Martin Van Bruinessen, Temmuz – Ağustos 1988). Örneğin 1980’ler sonunda Avrupa’da, Öcalan’a muhalefet eden eski PKK üyelerinden bazıları ve PKK ile görüş ayrılığı yaşayan diğer sol örgüt liderleri faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir; bu siyasi suikastların PKK kadroları tarafından işlendiği iddia edilmiş ve örgüt resmi olarak sorumluluğu üstlenmese de bu infazları açıkça onaylayan beyanatlar vermiştir (Between Guerrilla Warfare and Political Murder The Workers’ Party of Kurdistan, Martin Van Bruinessen, Temmuz – Ağustos 1988). Bu tür iç infazlar ve rakipleri ortadan kaldırma stratejisi, komünist hareket içinde Stalin döneminde görülen katı çizgiyi yansıtmaktadır. Örgüt, bir yandan kitle desteğini artırmak için “halkçı” söylemler kullansa da, diğer yandan kendi içinde en ufak ayrılığa tahammül göstermeyerek demir disiplin uygulamıştır. Böylece PKK, “tek sesli, merkezi bir yapı” olarak kalmayı başarabilmiştir ki bu da Stalinist örgüt modelinin bir karakteristiğidir.
  • Sözde Kürt Ulusal Davasının Araçsallaştırılması: PKK, ideolojik olarak kendini bir ulusal kurtuluş hareketi olarak sunsa da, Kürt milliyetçiliği söylemini asıl devrimci gayesine ulaşmak için araçsallaştırmıştır. Marx ve Engels’in “işçilerin vatanı yoktur” şiarını anımsatan bir şekilde, PKK’nın nihai vizyonu bir ulus devlet kurmaktan ziyade sınırları aşan bir sosyalist düzen kurmaktır. Bu doğrultuda Kürt ulusallığını vurgulamak, öncelikle Kürt halkı içinde kitlesel bir seferberlik yaratma aracıdır. Lenin, ulusal kurtuluş hareketlerine taktiksel önem atfetmiş; ulusların kendi kaderini tayin hakkını desteklerken esasen bunu emperyalizmi zayıflatacak ve proletaryanın devrimci mücadelesini güçlendirecek bir adım olarak görmüştür (Lenin ve ulusal kurtuluş: Devrim için mücadele, 2 Mart 2024). PKK da Lenin’in çizgisini takip ederek, Kürt millî meselesini sosyalist devrimin bir parçası olarak ele almıştır. Örgütün yayınlarında Kürt halkının maruz kaldığı baskılar dile getirilirken, çözüm olarak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum düzeni hedefinin altı çizilmiştir. Yani “Kürt halkının kurtuluşu” söylemi, nihayetinde “işçi sınıfının kurtuluşu” idealine bağlanmıştır. Bu nedenle denilebilir ki PKK’nın Kürt milliyetçiliği vurgusu, ideolojik özü olan komünizmin örtüsü görevini görmüştür. Öcalan da çeşitli yazılarında ulusal kimliği önemsizleştiren, yerine devrimci sınıf kimliğini koyan ifadelere yer vermiştir. Özetle, PKK Kürt milliyetçiliği maskesi altında bir Marksist-Leninist yapılanma olarak hareket etmiş; ulusal sembolleri ve talepleri, kitlesel destek sağlama ve uluslararası meşruiyet kazanma noktasında kullanışlı bir araç olarak değerlendirmiştir.

Komünist Hareketlerle Müzakere ve Ateşkeslerin Güvenilmezliği

Tarihsel deneyimler ve komünist literatür, komünist ideolojiye sahip hareketlerle yapılan barış görüşmeleri ve ateşkeslerin kalıcılığı konusunda ciddi şüpheler barındırmaktadır. Bunun temel nedeni, bu hareketlerin nihai hedeflerine ulaşmak için her türlü taktik manevrayı meşru görmeleridir. Devrimci stratejiye göre barış da savaş kadar mücadele aracıdır; yani kalıcı barış, nihai hedef gerçekleşene dek bir amaç değil, geçici bir durak olarak görülür. Örneğin, komünist ideolojide “ahlak” kavramı devrimin gereklerine göre biçimlenir. Bu bağlamda, bizzat Lenin’e atfedilen ünlü bir sözde “Antlaşmalar tıpkı turta kabuğu gibidir, yapılmak için değil bozulmak içindir” denilmektedir (Foreign Relations of the United States, 1981–1988, Volume I, Foundations of Foreign Policy. Sovyet liderlerin yazılarında ve söylemlerinde, “sosyalizmi ilerleten her şeyin ahlaki ve meşru olduğu” açıkça ifade edilmiştir . Yani bir komünist örgüt için düşmanla yapılan anlaşmalar veya verilen sözler, eğer devrimci amaca hizmet etmiyorsa hiçbir bağlayıcı değere sahip değildir. Karl Marks ve Friedrich Engels de Komünist Manifesto’da devrimci mücadeleyi sürdürmek için mevcut tüm araçların kullanılabileceğini, koşullar gerektirdiğinde geçici ittifaklar kurulabileceğini belirtmişlerdir. Lenin, Bolşevik hareketin önderi olarak, gerek devrim öncesinde gerek sonrasında taktiksel esnekliği savunmuştur. Onun pratiğinde “iki adım ileri, bir adım geri” sözü somutlaşmıştır: Devrimin selameti için geri çekilmek de ilerlemek kadar devrimci mücadelenin bir parçasıdır. Nitekim 1918’de Lenin önderliğindeki Bolşevikler, zor durumda kaldıklarında Almanya ile Brest-Litovsk Antlaşması’nı imzalayarak ağır tavizler vermişler; bu anlaşma Bolşeviklerin nihai hedeflerinden vazgeçtiği anlamına gelmemiş, sadece o an için devrimi ayakta tutmak adına taktiksel bir geri çekilme işlevi görmüştür. Aynı şekilde, devrimin zaferini pekiştirmek amacıyla 1921’de uygulamaya konulan Yeni Ekonomi Politikası (NEP) da geçici bir geri adım, ardından gelecek iki adım ileri stratejisinin parçasıydı. Bu örnekler göstermektedir ki komünist doktrin, barışçıl görünen adımları dahi nihai devrim hedefine ulaşmak için bir araç olarak görür.

Komünist hareketlerin tarihinde, karşı tarafla yapılan geçici anlaşmaların aslında zaman kazanma ve güç biriktirme fırsatı olarak kullanıldığı birçok örnek vardır. Örneğin, Vietnam Savaşı sırasında Kuzey Vietnam yönetimi (komünistler), 1973’te ABD ile Paris Barış Anlaşması’nı imzalayarak çatışmalara resmen son vermiştir. Ancak bu anlaşma onlar için stratejik bir nefes alma imkânıydı; nitekim Amerikan birliklerinin çekilmesinin ardından komünist güçler 1975’te yeniden büyük bir taarruza geçerek Güney Vietnam’ı ele geçirmiş ve Vietnam’ı komünist yönetim altında birleştirmiştir. Bu, komünist bir hareketin barış anlaşmasını nihai hedefe ulaşmak için taktiksel bir ara olarak kullanmasına tarihten çarpıcı bir örnektir. Benzer biçimde, Kolombiya’da Marksist-Leninist FARC örgütü ile 1998-2002 arasında yürütülen barış görüşmeleri sırasında Kolombiya devleti, gerillalara müzakereler için geniş bir güvenli bölge tahsis etmiştir. Ne var ki FARC, kendisine tanınan bu alanı gerçekten silah bırakmak için kullanmak yerine, bir “güvenli sığınak” olarak değerlendirmiş; bu bölge içinde serbestçe hareket eden örgüt, aktif çatışmayı azalttığı bu dönemde yeniden toparlanıp silahlanmıştır (Peace Talks in Colombia, June S. Beittel, 31 Mart 2015) Hatta müzakereler sürerken dahi FARC militanları çeşitli saldırı ve adam kaçırma eylemlerine devam etmiş; örgüt güçlendiğini hissettiğinde anlaşmayı bozarak mücadeleyi yeniden tırmandırmıştır (Peace Talks in Colombia, June S. Beittel, 31 Mart 2015). Neticede Kolombiya devleti, FARC’ın oyalama taktiğini fark ederek 2002’de görüşmeleri sonlandırmak zorunda kalmıştır. Bu örnek de göstermektedir ki ideolojik hedeflerine bağlılığını koruyan komünist bir örgüt, ateşkesleri ve barış sürecini sadece stratejik bir manevra olarak görme eğilimindedir.

PKK’nın kendi geçmişi de benzer taktik manevralarla doludur. Örgüt, çatışma tarihinde defalarca tek taraflı ateşkesler ilan etmiş, ancak hiçbirinde kalıcı barışa ulaşılmamıştır. Genellikle bu ateşkes dönemleri, ya örgütün zayıfladığı ve toparlanmak için zamana ihtiyaç duyduğu anlara ya da uluslararası konjonktürde meşruiyet kazanmak istediği dönemlere denk gelmiştir. Örneğin, Öcalan’ın 1999 Şubat’ında yakalanmasından sonra PKK ateşkes ilan ederek silahlı eylemlerine son verdiğini duyurmuştur. Öcalan, yargılama sürecinde Türkiye’den ayrılmak istemediklerini, barışçıl çözüm arayışında olduklarını belirten açıklamalar yapmıştır. Bu dönemde PKK yayınlarında Türkiye’nin demokratikleşmesi ve barışçıl çözüm söylemleri öne çıkarılmıştır. Nitekim örgüt, Öcalan’ın talimatıyla tek taraflı bir geri çekilme kararı alarak militanlarının bir kısmını sınır dışına çekmeye başlamıştır. Ancak bu durum uzun sürmemiş; PKK, 2004 yılında gerçekleştirdiği 10. Kongre’de ateşkesi sona erdirdiğini ilan ederek tekrar silahlı mücadeleye dönüş yapmıştır (PKK’nın İmaj Çalışması: Demokrasi ve Ekoloji Söylemleri Ekseninde KCK Sözleşmesi, Terör Örgütleri, Terörizm ve Radikalleşme ile Mücadele Araştırma Merkezi – TERAM, Yunus Karaağaç, 18 Aralık 2021). Bu dönüşün bahanesi/gerekçesi olarak “devletin adım atmaması” ve benzeri bahaneler öne sürülse de, analistler bu durumu PKK’nın güç toplamak için 5 yıl kadar bekleyip uygun şartlarda yeniden saldırıya geçmesi şeklinde yorumlamıştır. Keza 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci de PKK’nın benzeri bir taktiksel tutumuna sahne olmuştur. 2013 Newroz’unda Öcalan’ın çağrısıyla PKK yeniden ateşkes ilan etmiş, bu kez doğrudan siyasi çözüm müzakereleri başlamıştır. Örgüt, 2013’te militanlarına Türkiye sınırları dışına çekilme talimatı vermiş ve süreç boyunca hükümetle dolaylı diyaloglar sürdürmüştür. Ne var ki 9 Eylül 2013’te PKK, “hükümet söz verdiği adımları atmıyor” şeklinde iftirayı gerekçe göstererek geri çekilmeyi durdurduğunu ilan etmiş ve fiilen ateşkesi sona erdirmiştir (Çözüm Süreci ve Yasal Düzenleme: Ne Vaat Edildi, Neredeyiz, Ne Hedefleniyor, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi – ORMER SAMEC, Berkan Öğür, Ağustos 2014). Takip eden aylarda gerilim tırmanmış; Temmuz 2015’te meydana gelen bir dizi olay bahane edilerek örgüt resmen ateşkesi bitirdiğini duyurmuş ve Türkiye içindeki silahlı eylemlerine yoğun bir şekilde yeniden başlamıştır. Böylece Çözüm Süreci de başarısızlığa uğramıştır. Bu örnekler, PKK’nın ateşkes ve barış girişimlerine yaklaşımının, “iki adım ileri bir adım geri” taktiğine uygun şekilde, stratejik olduğunu göstermektedir. Samimi bir silah bırakma veya kalıcı barış, örgütün ideolojik hedeflerinden vazgeçmesi anlamına geleceği için, PKK tarafından kabul edilmemektedir. Bunun yerine, barış söylemi altında geçen her dönem, örgüt tarafından kendini yeniden konumlandırma, güç toplama ve uluslararası alanda itibar kazanma fırsatı olarak değerlendirilmektedir (PKK’nın İmaj Çalışması: Demokrasi ve Ekoloji Söylemleri Ekseninde KCK Sözleşmesi, Terör Örgütleri, Terörizm ve Radikalleşme ile Mücadele Araştırma Merkezi – TERAM, Yunus Karaağaç, 18 Aralık 2021).

PKK’nın 2000’ler sonrası ideolojik söylemindeki değişimler de bu taktiksel yaklaşımın bir parçası olarak görülebilir. Öcalan’ın yakalanmasından sonra hapiste geliştirdiği “Demokratik Cumhuriyet” ve ardından “Demokratik Konfederalizm” tezleri, PKK’nın ideolojik dönüşüm geçirdiği izlenimini yaratmıştır. Örgüt, 2005’te ilan ettiği Kürt Demokratik Konfederalizmi (KCK) sistemiyle, güya devlet kurma hedefinden vazgeçip devletsiz, ekolojik ve feminist bir toplum modeli benimsediğini duyurmuştur (PKK’nın İmaj Çalışması: Demokrasi ve Ekoloji Söylemleri Ekseninde KCK Sözleşmesi, Terör Örgütleri, Terörizm ve Radikalleşme ile Mücadele Araştırma Merkezi – TERAM, Yunus Karaağaç, 18 Aralık 2021). Murray Bookchin gibi anarşist düşünürlerin fikirlerinden esinlenen bu yeni söylemde, PKK kendini bir terör örgütü değil bir toplumsal hareket gibi göstermeye çalışmıştır. Ancak bu ideolojik manevra da PKK’nın özündeki stratejik hedefleri değiştirmemiştir. Yapılan akademik analizler, PKK’nın sözde bu “demokrasi ve ekoloji” söyleminin bir imaj çalışması olduğunu, terörizm dışı bir görünüme bürünme çabasının gerçeği yansıtmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim Öcalan’ın söylemlerindeki değişime rağmen, PKK saha kadroları silahlı eylemlere devam etmiş; KCK sözleşmesi incelendiğinde örgütün şiddeti meşru bir yöntem olarak görmekten vazgeçmediği anlaşılmıştır. Bu nedenle, PKK’nın “ideolojik dönüşüm” iddiası da taktiksel bir makyajdan ibaret kalmıştır. Örgüt, uluslararası alanda meşruiyet kazanmak ve özellikle Batı kamuoyunun desteğini almak amacıyla söylemini yumuşatmış, ancak pratikte Marksist-Leninist temelli radikal hedeflerinden vazgeçmemiştir. Demokratik konfederalizm vurgusu, PKK’nın komünist idealini terk ettiği anlamına gelmemekte; sadece farklı bir terminolojiyle örtülmektedir.

Gelinen noktada, PKK sözde liderliği 2025 yılı itibarıyla bir kez daha “silah bırakma” görüntüsü vermeye çalışmaktadır. 27 Şubat 2025 tarihinde Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada PKK’ya silahları tamamen bırakıp kendini feshetme çağrısında bulunmuştur. Bunu takiben 5-7 Mayıs 2025’te Kuzey Irak’ta toplandığı belirtilen PKK 12. Kongresi’nde örgütün dağıtılmasına dair kararlar alındığı duyurulmuştur (PKK, Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs). Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, PKK’nın silahsızlandırılması ve tüm uzantılarıyla birlikte lağvedilmesinin bölgesel barış ve istikrar açısından büyük önem taşıdığını vurgulamıştır. Ne var ki bu gelişme de geçmiş deneyimler ışığında temkinli karşılanmaktadır. Zira PKK’nın daha önce defalarca ilan ettiği sözde ateşkesler veya “kendini feshetme” kararları, gerçekte uygulamaya geçmemiş; örgüt bir süre sonra başka bir isim veya yapı altında faaliyetlerini sürdürmüştür. Dolayısıyla 2025 yılında ilan edilen bu sözde fesih kararı, PKK açısından stratejik bir manevra olarak görülmektedir. Örgütün hala dağ kadrolarının varlığını koruduğu, silah bırakma sürecinin somut adımlarla doğrulanmadığı ifade edilmektedir. PKK’nın ideolojik duruşunda köklü bir değişim olmadığı sürece, bu tür açıklamaların sadece taktiksel hamleler olma ihtimali yüksektir.

Sonuç

Sonuç olarak, PKK Kürt milliyetçiliği söylemi altında faaliyet gösteren, özünde komünist, Marksist-Leninist (hatta Stalinist) bir terör örgütüdür. Onun ideolojik arka planı ve tarihsel pratiği incelendiğinde, bu örgütle gerçekleştirilecek müzakere veya barış anlaşmalarının kalıcı ve güvenilir olamayacağı yönünde güçlü işaretler bulunmaktadır. Komünist ideolojiye sahip hareketlerin doktrini, nihai hedef (devrim) uğruna verilen tavizlerin veya yapılan anlaşmaların geçici olabileceğini öngörür. PKK örneğinde de defalarca görüldüğü gibi, ilan edilen ateşkesler veya barış girişimleri, örgüt tarafından güç toplama, uluslararası alanda zaman kazanma ve imaj düzeltme fırsatı olarak kullanılmıştır. Örgüt, kendini tehdit altında hissettiğinde veya stratejik çıkarı gerektirdiğinde masaya oturmakta, fakat ideallerinden vazgeçmemektedir. Bu durum, PKK’nın ideolojik kökeni ve amaçlarıyla doğrudan ilintilidir.

PKK’nın ikircikli ve oportünist stratejisi pek çok gözlemci tarafından dile getirilmiştir (PKK’nın İmaj Çalışması: Demokrasi ve Ekoloji Söylemleri Ekseninde KCK Sözleşmesi, Terör Örgütleri, Terörizm ve Radikalleşme ile Mücadele Araştırma Merkezi – TERAM, Yunus Karaağaç, 18 Aralık 2021). Bir yandan demokratik söylemlere sarılıp barışçıl çözümden bahsederken, öte yandan silahlı kapasitesini muhafaza eden ve hatta arttıran bir yapı söz konusudur. Komünist bir devrim hedefi güden hiçbir örgüt, bu hedef gerçekleşmeden “barış” durumunu kalıcı hale getirmeye razı olmayacaktır. Zira kalıcı barış, onların perspektifinden, mevcut düzeni kabullenmek anlamına gelir ki bu da ideolojileriyle çelişir. Bu nedenle, PKK gibi ideolojik arka planı Marksist-Leninist olan bir örgütle müzakere masasına oturmak son derece riskli bir tercih olacaktır. Uzun vadede toplumsal barışın sağlanması, bu tür örgütlerle yapılan anlaşmalardan ziyade, onların silahsızlandırılması ve marjinalize edilmesiyle mümkün olabilecektir. Aksi halde, yüzeyde barış sağlanmış gibi görünse de, alttan alta örgütün kendini tahkim ettiği ve fırsat bulduğunda yeniden şiddete başvuracağı gerçeği unutulmamalıdır. PKK örneğinde, geçmişte yaşananlar geleceğe dair önemli bir ders niteliğindedir: Komünist ideolojiyi benimsemiş bir terör örgütüyle kalıcı barış yapmak mümkün değildir, zira örgüt bizzat kendi varoluş amacı gereği bunu ancak geçici bir taktik ara olarak görecektir. Sonuç itibariyle, PKK ile sağlanmaya çalışılan ateşkes veya barış süreçleri, ne yazık ki uzun vadede yeni çatışmalar ve istikrarsızlık potansiyelini içinde barındırmaktadır.

Kaynaklar:

Bölüm 2

Gelinen Nokta

Aşağıda, 12 Temmuz 2025 – 13 Temmuz 2025 itibarıyla yaşanan önemli gelişmeleri özetliyorum:

🎥 PKK’nın Silah Bırakma Süreci

Gelişme Özeti:

  • 11 Temmuz’da Süleymaniye veya Erbil civarında bir silah bırakma töreni gerçekleştirildi. Katılımcılar arasında gazeteciler, hukukçular, DEM Parti yetkilileri (Örneğin Pervin Buldan) ve İmralı heyeti yer aldı. Yaklaşık 30–35 silah sembolik olarak yakıldı ve imha edildi.

PKK’lı İlk Grup Silah Bıraktı! Terörsüz Türkiye Sürecinde Yeni Aşamaya Geçildi (HaberTürk)

PKK silah bırakıyor: Sürecin dönüm noktaları (BBC News)

  • Bu adım PKK’nın lideri Öcalan’ın çağrısıyla başlamış olup, sürecin “sadece sembolik” olduğu belirtiliyor .

🗣️ Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun Açıklaması

Numedya24’de yer alan habere göre, grup temsilcileri “Biz gerekeni yaptık; süreç ancak karşı adımlarla şekillenir” açıklaması yaptı. (Barış ve Demokratik Toplum Grubu sözcüleri: Biz gerekeni yaptık, süreç ancak karşı adımlarla şekillenir, Nu Medya 24, 12 Temmuz 2025)

Bu sözler, PKK’nın silah bırakmasının ardından Türkiye’den resmi adımlar beklediğini, ancak bu adımlar gerçekleşmeden sürecin ilerlemeyeceğine dikkat çekiyor.

🤝 Erdoğan’ın Üçlü İttifak Açıklaması

12 Temmuz’da Erdoğan’ın Kızılcahamam’daki konuşmasında: Recep Tayyip Erdoğan, “Altını çizerek söylüyorum. Cumhur İttifakı olarak AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve DEM heyeti ile de birlikte bu süreci evelAllah pişirerek geleceğe taşıyacağız” dedi…

Recep Tayyip Erdoğan, “Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM biz en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürümeye kararı verdik…

Erdoğan: AK Parti, MHP ve DEM beraber yürümeye karar verdik, DW, 12 Temmuz 2025
Pervin Buldan: Bu ittifak süreç ittifakıdır, herkesin çizgisi ve gittiği yol bellidir, BBC, 12 Temmuz 2005
Erdoğan: AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak beraber yürümeye karar verdik, Rüdaw, 12 Temmuz 2025
Cumhurbaşkanı Erdoğan: ‘Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik‘, Euro News, 12 Temmuz 2025

DEM Parti’den Pervin Buldan, bunun “süreç ittifakı” olduğunu, başka bir anlam yüklenmemesi gerektiğini belirtti  .

⚠️ Resmi Metinlerdeki Tutarsızlık

Murat Yetkin ve diğer haber kaynakları, Erdoğan’ın bu “üçlü yürüyüş” ifadesinin Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti’nin resmi metinlerinden çıkarıldığını yazıyor. (Erdoğan’ın AKP, MHP, DEM üçlüsü sözleri resmi metinlerden niye çıktı?, Murat Yetkin, 12 Temmuz 2025)

Bu sansür, sözlerin süreç üzerinde daha koordinasyonlu olarak yürütülmesinden mi kaçınıldığını, yoksa kamuya güçlü mesaj verilmek istendiğini tartışmaya açıyor.

📌 Durum Özeti ve Yaklaşım

GelişmeAçıklama
Silah BırakmaSembolik; 30–35 silah yakıldı, tören sürecin sembolik kısmı │
Grup AçıklamasıSüreç, karşı adımlara bağlı; Türkiye tarafından anlam kazanacak │
Erdoğan MesajıYeni siyasi ittifak vurgusu; “üçlü yürüyüş” ifadesi dikkat çekici │
Resmi Metin TutarsızlığıSözler daha sonra metinlerden çıkarıldı; mesaj niteliği tartışmalı

🔭 Ne Olabilir?

  1. Resmi Somut Adımlar: TBMM’de komisyon kurulabilir, PKK’nın lağv edilmesine yönelik yasama ve yürütme safhası başlayabilir.
  2. DEM Parti Rolleri: DEM’nin sürece dahil edilmesi, siyasi bağlamda “Kürt tarafı”nın temsilinin resmi olarak tanınması anlamına gelebilir.
  3. Siyasi İttifak Olasılığı: “Üçlü yürüyüş” fikri, ileride erken seçim ya da anayasa değişikliği için zemin oluşturabilir.
  4. Kamu Mesajlarında Çelişki: Metinlerdeki sansür, kamuoyunun tepkisini yönetme veya süreci esnek bırakma stratejisi olabilir.

Her ne kadar DEM parti yönetimi tarafından kendilerinden başka kaynaklardan gelen haberlere itibar edilmemesi gerektiği söylense de (Öcalan’ın “Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz” dediği iddia edildi, DEM Parti’den açıklama geldi: Heyetimiz dışında açıklananlara itibar edilmemeli, T24, 14 Temmuz 2025), PKK terör örgütünün sözde lideri bebek katili Abdullah Öcalan’dan “Biz üzerimize düşeni yaptık, artık yapacağımız bir şey yoktur. Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz. Ahmet Şara IŞİD’in başıdır, yarın ne yapacağı belli değildir. SDG gerekirse Tabqa’da Suriye Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan edebilir” şeklinde bir beyan geldi. (Öcalan’dan yeni Suriye mesajı: Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz!, Halk TV, 14 Temmuz 2025). Adem Karaçoban’ın aktardığı bu açıklamada Abdullah Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan ile birlikte verdiği mesajlara dayanıyor.

Bölüm 3

Son Söz: Taktiksel Ateşkesin Ardından Ne Geliyor?

13 Temmuz 2025 tarihinde başlayan yeni “silah bırakma” süreci, PKK’nın geçmişi, ideolojik karakteri ve örgütsel stratejileri göz önüne alındığında kalıcı barıştan çok taktiksel bir duraklama olarak değerlendirilmelidir. Bu, yalnızca tarihsel tecrübelere değil, komünist hareketlerin barış kavramına yaklaşımındaki yapısal bakışa da dayanmaktadır.

PKK, kırk yılı aşkın süredir sürdürdüğü faaliyetlerinde defalarca geri çekilme, ateşkes ve barış söylemlerine başvurmuş, ancak her seferinde uygun gördüğü koşullarda silahlı mücadeleye yeniden dönmüştür. Bu döngü, ideolojik olarak meşrudur; çünkü PKK gibi Marksist-Leninist örgütler açısından barış süreci, nihai hedef olan devrim için zaman kazanma ve taktiksel yeniden yapılanma aracıdır. Bugün yaşanan gelişmelerin de bu modelin dışında değerlendirilemeyeceği açıktır.

Süreç dikkatle incelendiğinde, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu riskler oldukça belirgindir. PKK, önümüzdeki haftalarda düşük yoğunluklu, yoklama amaçlı eylemlerle süreci test etmeye başlayabilir. Geçmiş tecrübeler, örgütün “yumuşak geçiş” görünümü altında yeniden yapılanmaya gittiğini, isim değişiklikleriyle legal görünümlü yeni kanallar yarattığını ve militanlarını farklı yapılar içinde gizlediğini göstermektedir. Bu tür hazırlıklar, özellikle sonbahar-kış döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin arazi koşulları nedeniyle daha az etkili olduğu düşünülen aylarda büyük çaplı eylemlerin zeminini hazırlayabilir. Bombalı saldırılar, suikastlar ve sivil hedeflere yönelik provokasyonlar, bu sürecin muhtemel eylem repertuarı arasında yer alabilir.

Bu bağlamda Türkiye, bu yeni “barış” söyleminin taktiksel bir aldatmaca olup olmadığını test etmek ve netleştirmek üzere somut bir yol haritası belirlemelidir. Önerilen strateji şu temellere dayanmalıdır:

🎯 1. Somut ve Nihai Bir Zaman Sınırı Verilmelidir

Örneğin 2025 Ağustos ayının sonu, silahların tamamen ve denetlenebilir biçimde teslim edilmesi için net bir son tarih olarak ilan edilmelidir. Bu tarih sadece söylemsel değil, askeri-siyasi bir eşik anlamına gelmelidir.

🕊️ 2. Sivil Unsurlar İçin Tahliye Süresi Tanınmalıdır

Kandil ve çevresinde yaşayan sivil halk için güvenli tahliye çağrısı yapılmalı ve BM, Kızılay gibi uluslararası izleyici kuruluşlar davet edilmelidir. Bu, askeri operasyonun meşruiyetini ve etik boyutunu güçlendirecektir.

🔥 3. Tarih Geçtikten Sonra Aşamalı ve Artan Yoğunlukta Operasyon

Eğer silah teslim edilmezse, önce noktasal hava saldırıları, ardından seyir füzeleri, SİHA’lar, derin vuruş kapasiteli platformlarla çok katmanlı ve sistematik bir Kandil operasyonu başlatılmalıdır. Bu operasyonun amacı sadece baskı değil, PKK’nın dağ kadrosunu sahada fiilen etkisiz hale getirmektir.

🛡️ 4. Türkiye’nin Gücünü Gösteren Caydırıcı Etki

Bu operasyon, yalnızca PKK’ya karşı değil, bölgesel aktörlere karşı da Türkiye’nin askeri kapasitesini ve kararlılığını gösterme aracı olacaktır. Irak’taki siyasi boşluk, İran hava savunma kapasitesindeki zayıflama ve ABD’nin dikkatinin başka alanlara kaymış olması gibi bölgesel konjonktür Türkiye lehine çevrilebilir.

🔒 5. Siyasi Çözüm Değil, Güvenlik Temelli Etkisizleştirme

PKK ile siyasi müzakere değil, ideolojik olarak örgütün silah bırakması ve çözülmesi hedeflenmelidir. Komünist devrim ideolojisiyle barışçıl bir çözüm üretilemeyeceği, örgütün bizzat kendi söylemleriyle ve pratikleriyle defalarca ispatlanmıştır.

📌 Sonuç Yerine:

Bugün gelinen noktada, PKK’nın verdiği sözlerin ne kadar gerçek olup olmadığını belirleyecek olan şey, eylemleridir, imaj çalışmaları değil. Türkiye bu süreci geçici bir bahar havası olarak değil, muhtemel bir fırtına öncesi sessizlik olarak okumalıdır. Yapılması gereken şey, geçmişte defalarca yaşanan hayal kırıklıklarını tekrar etmemek için, güçlü, disiplinli ve kararlı bir caydırıcılık stratejisi inşa etmektir. PKK’nın silah bırakması sadece kağıt üzerinde değil, sahada ve gerçek anlamda test edilmelidir. Aksi halde, bugün “barış” diye sunulan şeyin yarın yeniden “kanlı bir döngü” haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Views: 7

Leave a reply

Back to site top